Mizaç Nedir ve Mizacın Tarihçesi?
Mizaç Nedir ve Mizacın Tarihçesi?

Arapça karıştırmak anlamına gelen “m-z-c” harflerinden türeyen mizaç, kelime anlamı olarak tabiat, özellik, karışım anlamlarına gelmektedir. Terimsel olarak ise insan vücudunda bulunan kan, balgam, safra ve sevdadan meydana gelen dört hılttan birinin diğerlerine baskın gelmesiyle ortaya çıkan maddi yapı olarak bilinir. 

 

Değişmeyen tek şey ise hepsinin temelinin mizaç ilmine dayanmasıdır. Aynı zamanda Mizaç ilmi yalnızca kişilik analizi için kullanılmaz. Mizaç ilmi ile kişi hayatının her alanında (sağlık, iş, eğitim, meslek, evlilik vb.) ve her konuda farkındalık içinde olur ve öncelikle kendisini tanır. Kendisini tanıyan kişi de etrafındaki tüm dünyayı tanıma ve anlama kabiliyetine sahip olur. Kendinizi, sağlığınızı, etrafınızdaki tüm bireyleri, ailenizi, işinizi, çocuklarınızı ve hayatınızı doğru şekilde anlamak için öncelikle kendi mizacınızı bilmeniz çok önemlidir. 

Aşağıda genel olarak Mizacın tarihçesiyle birlikte genel bir bilgilendirme yapılmıştır. Mizaç ilmi çok geniş bir konudur ve hayatımızın her anında da farklı isimlerle de olsa karşımıza gelmektedir. Aşağıdaki tabloda da gördüğünüz üzere dünyada kişilik analizi başta olmak üzere birçok alanda çalışma yapılmaktadır ve farklı şekilde isimlendirmeler yapılmaktadır.

Yukarıdaki tabloda da göreceğiniz üzere birçok isimler verilse ve farklı şekillerde yorumlansa da hepsinin temeli de Mizaç olarak karşımıza gelecektir. Şimdi Mizaç ile ilgili tarihte bir gezinti yapalım.

Yunancada “krasis”, Latincede “temperamentum” olarak bilinen mizacın İbn Sina tıbbında tıbbi ve psikolojik olmak üzere iki ayrı tanımı yapılmıştır. Tıbbi tanım, insana ait dört unsur ve dört nitelikten meydana gelen maddi yapıyı açıklar. Psikolojik tanım ise dört unsur ve dört niteliğin insanda farklı şekillerde birleşerek oluşturdukları karakter yapısını ifade eder. 

Bu tanım, Galen’den başlayarak Orta Çağ İslam dünyasını da etkilemiş, Müslüman ilim adamları arasında daha geniş bir biçimde ele alınmıştır.

Mizaçla İlgili Temel Kavramlar 

Eski tıp eserlerinde mizacın temelinde iki etkenden söz edilmektedir. Birincisi evrenin kaynağını oluşturan ve tüm varlıkların kendisinden çıktığına inanılan dört unsur (ateş, hava, su, toprak), ikincisi ise bu dört unsurun ortaya çıkardığı dört niteliktir (kan, balgam, safra, sevda). Bu dört unsur ve dört nitelik insan vücudunda dört hılt denilen karışımı ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte dört hıltın dengesel yapısı insanın mizacını da etkilemektedir.

Unsurlar 

Antik medeniyetlerde hayatın kaynağı hakkında pek çok tartışmalar yapılmış, Antik Yunan felsefesinde evrenin ateş, hava, su, toprak olmak üzere dört unsurdan oluştuğu ileri sürülmüştür. Bu unsurlar İslam tıbbında aynen kabul görmüş ve anasır-ı erbaa olarak nitelendirilmiştir. Antik Yunan’da Thalesʼle başlayan ilk madde tartışmaları uzun yıllar devam etmiş, sonunda dört unsur kuramı kabul edilerek 18. yüzyıl sonuna kadar Aristo felsefesinin etkisi altındaki Batı dünyasında varlığını sürdürmüştür. 

Batı Anadolu’da yaşayan ve felsefenin öncüsü kabul edilen Thales (MÖ 625-546), evrenin ilk maddesinin (töz, cevher) su olduğunu savunmuştur. Thalesʼi kendisinden önceki düşünürlerden ayıran özellik, varlığın nedeni olarak ilk kez maddeci ve laik cevaplar aramaya çalışmasıdır. Thalesʼe göre her şeyin hayat kaynağı sudur ve onunla hayatını devam ettirir. Zira her varlığın özü nemli bir yapıya sahiptir. Sıcaklık da temelini sudan almaktadır.

Thales gibi Miletli olan Anaksimenes (MÖ 585-528) de varlığın cevheri olarak havayı işaret eder. Ona göre hava bütün varlıkların kaynağı olarak her tarafta şeffaf bir biçimde bulunur. Yeryüzündeki diğer varlıklar hep havanın farklı derecelerde yoğunlaşma ve seyrekleşmesinden meydana gelmektedir. Anaksimenesʼi havanın cevher olduğu düşüncesine asıl götüren neden, hava ile ruh arasındaki ilişkidir. Zira insanlar soluk aldıkları müddetçe canlıdırlar, nefesleri kesildiğinde ölü olurlar. O halde canlılığı sağlayan şey havadır. Ayrıca dünyada en kuşatıcı, en hareketli varlık havadır.

Toprağı hayatın temel unsurlarından gören filozof, İzmirli Ksenophanesʼtur (MÖ 570-478?). Ancak bu filozof, diğerlerinin iddia ettiği gibi toprağı canlılığın ve hayatın ezeli ve ebedi kaynağı olarak kabul etmemiş, bunun aksine toprağın sadece dünya ve üzerindekilerin oluşumundaki bir ham madde olabileceğini dile getirmiştir. Ksenophanesʼe göre varlığın asıl nedeni, ezeli ve ebedi, insanüstü ve sonsuz kudrete sahip olan bir tanrıdır. Toprak unsurunu su, hava ve ateş gibi hayatın tözü olarak nitelendiren filozof Empedokles olmuştur.

Herakleitos (MÖ 540?-480), Efes’te yaşayan bir diğer Yunanlı düşünürdür. Ona göre hayatın ana maddesi hava veya su değil ateştir. Her şey ateşten var olmuştur, sonunda yine ateş olacaktır. Çünkü evrende en hareketli, canlı ve güçlü madde ateştir. Ateşin yanma sürecinde niteliği değişmediği gibi niceliği de değişmez. İnsan ruhu da aslında ateşten meydana gelmiştir.41 

İşte dört unsur teorisi, bu düşüncelerden hareketle Empedokles (MÖ 490?-430?) tarafından sentez haline getirilmiş, varlık âlemindeki her şeyin (makro kozmos), aynı zamanda da insanoğlunun (mikro kozmos) temelini oluşturmuştur. Ölüm ve hayat, bu unsurların birleşmesinden veya ayrılmasından meydana gelmiştir. Empedokles bu maddeleri evrenin asıl sebebi kabul etmekle, onları tapınılması gereken bir tanrı değil, varlığın ortaya çıkmasındaki ezeli ve ölümsüz unsurlar olarak görmüştür. 

Tüm evrenin dört unsurdan meydana geldiğini savunan bu teori İslam medeniyetinde hem filozof hem de hekim olarak önemli bir yeri bulunan Ebu Bekir er-Râzî tarafından da kabul görmüştür. Er-Râzî, Allah’ın tüm mahlukatı sıcak ve kuru olan ateş, sıcak ve nemli olan hava, soğuk ve nemli olan su, soğuk ve kuru olan topraktan yaratıldığını belirtmiş, bu unsurların farklı oranlardaki birleşiminin insan, hayvan, bitki ve dünyayı oluşturduğunu söylemiştir. Aynı görüşü kabul eden İbn Sînâ ateş ve havanın hafif, su ve toprağın ise ağır özelliklerini vurgulamıştır.

Nitelikler 

Antik Yunan felsefesinde her şeyin kökeni olan ateş, hava, su ve toprak; sıcak, soğuk, nemli ve kuru olmak üzere dört zıt kavramla nitelendirilmiş ve ilişkilendirilmiştir. Bu zıtlar kavramını ilk ortaya atan kişi, Thales’in öğrencisi olan Antik Yunan filozofu Anaksimandrosʼtur (MÖ 610-547). Ona göre evreni oluşturan temel madde ezeli, ebedi ve her zaman diri olan Apeiron’dur. Apeirondan ilk önce sıcak ve soğuk olmak üzere iki ana zıtlık ortaya çıkmış, onlardan da yaş ve kuru nitelikler oluşmuştur. Esas nitelikler sıcak ve soğuk, ikincil nitelikleri ise yaş ve kurudur. Anaksimandros dünyanın merkezinde toprak, etrafında onu kaplayan su, sonrasında güneşin buharlaştırmasıyla hava, ardından havayı saran bir ateş tabakası meydana geldiğini kabul etmiştir. Bu dört nitelik, Yunan hekim ve filozof Krotonlu Alkmaion (ö. MÖ 450) tarafından insan vücuduna uyarlanmış, bedendeki sıcak soğuk, kuru-nemli, tatlı-acı gibi zıtlıkların dengede olmasıyla sağlığın korunabileceği ileri sürülmüştür.

Empedokles bu nitelikleri dört unsurla sentezleyerek onların karakteristik özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Buna göre kâinat dört unsurdan oluşmuştur. Bu dört unsurda da iki ana ve iki tali nitelik mevcuttur. Su soğuk ve yaştır. Toprak soğuk ve kurudur. Hava yaş ve sıcaktır. Ateş kuru ve sıcaktır. Bu unsurların farklı oranlarda karışımıyla çeşitli kombinasyonlarda varlıklar meydana gelmiştir. 

Sonraki dönemlerde Yunan tıpçısı Hippokrates hastalıkların temelinde yer alan hıltların aynı zamanda sıcak, soğuk, yaş ve kuru niteliklere sahip olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte bu niteliklerin insanın hem fiziki hem de psikolojik yapısında etkili olduğunu ortaya koyan ilk kişi Galen olmuştur. 

Öte yandan zıt niteliklerin maddesel varlıkların temeli olduğunu söyleyen düşünürler de bulunmaktadır. Bunlardan biri Ebû Bekir er-Râzî’dir. Râzî, soğukluk ve yaşlığın birleşimi sonucunda cismani varlıklardan ilk suyun oluştuğunu belirtir. Suyun tabiatı ağır ve akıcıdır. Suyun zıddı olarak da sıcaklıkla kuruluğun birleşimi ateşi oluşturur. Ateşin karakteri ise hafiftir. Ateşin yükselmesi, suyun ağırlığı ve akıcılığı, zıtlık ve uzaklaşma fiillerini ortaya çıkarır ve bunların neticesinde hava meydana gelir. Sıcaklık ve yaşlıktan oluşan hava latiftir. Son unsur olan toprak ise birçok unsurun karışımından meydana gelmiştir. Toprağın tabiatı soğuk ve kurudur, cismi ağırdır.

Hıltlar 

Eski tıp geleneğinde başta Hippokrates ve Galen olmak üzere el-Kindî, Ebu Bekir er-Râzî, İbn Sînâ, İbnü’n-Nefîs gibi düşünür hekimler tarafından; evreni oluşturan ana parçalar olan dört unsurdan (ateş, hava, su, toprak) esinlenilerek, bu unsurların vücuda dört temel sıvı (salgı) şeklinde yansıdığı, bunların da hayati özelliğe sahip olduğu kabul edilir. Kelime anlamıyla “karışım (sıvı)” demek olan hılt kelimesi, tıbbi terim olarak insan vücudundaki kan, balgam (lenf), safra ve sevda (kara safra) sıvılarının her birini ifade etmek için kullanılmış; bu dört sıvının hepsine birden de hılt kelimesinin çoğul formuyla ahlât-ı erbaa (dört hılt) adı verilmiştir. 

Hılt kavramından sistematik şekilde ilk defa bahseden Hippokratesʼtir. Ancak bu dört sıvıya ilişkin teorilerin kökeninin Mısır olduğu, Mısır’la olan ticari ve kültürel etkileşim sonucunda bu felsefenin Yunan uygarlığına aktarıldığı kabul edilmiştir. 

Patoloji yani hastalık biliminde dinî ve metafizik etkenlerin haricinde humoral (sıvısal) temelli ilk açıklamalar Mısır medeniyetinde ortaya çıkmaktadır. Buna göre insan vücudunda damarlar ve kanallar vardır. Bunlar içinde katı, sıvı ve gaz maddeler bulunmakta olup hava, besin, ter, idrar, kan, balgam ve gözyaşı gibi maddeleri ihtiva etmektedir. Yanlış beslenme sonucunda, bu maddeler içinde zararlı atıklar ortaya çıkmakta, bunlar da bedende kokuşma ve hastalıklara sebep olmaktadır. “Vehidu” olarak isimlendirilen bu atık maddeler kanda dolaşmaktadır. Bağırsaklarda çürüyen fazla besinler vücutta fazlalık meydana getirmekte, bunlardan çıkan gazlar da hastalıklara neden olmaktadır. Bu görüş, Antik Yunan’da ortaya çıkan “Humoral Patoloji” yani kandaki sıvıların dengesel değişimlerinin hastalıklara yol açabileceği görüşü ile paralellik arz etmektedir. 

Hippokrates, kendisinden önce sıklıkla savunulan ve evrenin bileşenlerini oluşturan hava, su, ateş ve toprak unsurlarının yanı sıra vücutta dört temel sıvı olduğunu kabul etmiştir. Bunlar kan, lenf (balgam), sarı safra ve kara safradır. Hippokrates, her bir salgıyı mevsimlerle alakalı niteliklerle ilişkilendirerek açıklar ve sınırlarını çizer. Salgılarda sıcak, soğuk, kuru ve yaş niteliklerine dayalı bir denge vardır. Salgıların vücut içinde dengeli olmaları aynı zamanda niteliklerin de dengede olduğunu gösterir. Eğer bu denge bozulursa hastalıklar meydana gelir. Bu yüzden tedavide organların ve hastalığın nitelikleri ile ilacın niteliği çok önemlidir. Buna göre sıcak niteliği olan bir hastalık ancak soğuk niteliğe sahip bir ilaçla tedavi edilebilir. 

Vücudun dengesi, dış dünyadaki besin, hava, su, coğrafya gibi unsurların belirli bir oran ve dengede iç dünyayla uyum içinde olması ile sağlanabilir. Hippokrates tıbbında bu durum şu şekilde ifade edilir: “Beden doğanın ve mevsimlerin ritmini takip eder.” Yani insanlar tıpkı bitkiler ve hayvanlar gibi yaşadığı çevrenin ürünüdür. İnsanların yaşadığı bölgelerdeki iklim koşulları, coğrafi özellikler ve yenilip içilen gıdalar, sağlığı ve fiziksel özellikleri önemli ölçüde etkiler. Buna göre milletler, yaşadıkları bölgenin iklim koşullarına göre bir karakter ve mizaca sahiptir. Örneğin ılıman Asya’da yaşayan insanlar ılımlı ve pasif karakterlidir. Bunun nedeni aşırı sıcak ve soğuk farkının olmadığı bölgelerde yaşamalarıdır. Her hastalığın kendine has bir karakteri vardır. Hiçbir hastalıkta bir bilinmezlik ve çaresizlik yoktur. Zaten birçok hastalığın tedavisi birbirine benzer. Uygun zaman ve ilaçlarla her hastalık tedavi edilebilir. 

Hippokrates dört sıvıyı hastalık ve sağlığın sebebi olduğunu kabul etmekle hıltları fiziksel bir bulgu ve neden olarak görmüştür. Humoral Patoloji Teorisi olarak bilinen bu uygulamalar günümüz tıbbında kabul görmemekte, hücre yapısının incelenmesiyle birlikte hastalığın ana kaynağının hücrelerde meydana gelen deformasyona bağlı olduğu kabul edilmektedir. 

Bedenin her tarafında dolaşan ve hayat kaynağı olan kan, eski tıbba göre dört sıvının birleşiminden oluşmuştur. Bu dört hılt (ahlât-ı erbaa), insanın beslenmesi sonucunda meydana gelen, besin sindiriminin temelini teşkil eden birincil sıvı grubudur.